6 Şubat sabahı, belki de bir daha eskisi gibi olmayacak, olmaması gereken değişikleri de beraberinde getirdi.

Acıyla, büyük kalp yangımızla geçirdiğimiz 14 günde anlıyorum ki, bizlerin de içinde çok derin bir fay hattı kırıldı. Yüreklerimizde kırılan bu fay hattıyla birlikte karışık duygular da baş köşeye çöreklendi. Kimisinin dilinde, "Eskisi gibi nasıl olabiliriz!!!" sözü dolansa da, kimilerinde ise; "Oluruz oluruz.. Öyle bir oluruz ki, Türk milleti balık hafızalıdır. Hemen unutur. Hele şu entrika dizileri bir yayına girsin. Şu edepsiz yemek programları, çarpık ilişkilere konu alan gündüz kuşakları başlasın bak gör nasıl normale döner bizim insanımız" diyor.

Herkes kendine göre haklı...

Ancak onlara cevabım şöyle; "Bunca acı, bunca kayıp, bunca ıstırapla nasıl dönebiliriz bildiğimiz normale acaba!!!." Diğer bir kesime de, "Evet bir yerde de dönmeliyiz, o da doğru. Fakat nereye döneceğiz??? Hangi eskimize... Bilen var mı???"

Gerçekten normalimiz neydi ki?!!

Bakın ben 1999 depreminde İstanbul'da değildim. Fakat bütün ailem ve arkadaşlarım burada o depremi yaşadı. Sonrasında hem bir vatandaş olarak hem de işim gereği çok kez Gölcük'e gittim. Oradaki insanlarımızı hiç yalnız bırakmadık. Ama sonra!!!

Yine olan oldu...

Unuttuk!!!

Sanırım bildiğimiz ve en iyi yaptığımız şey unutmak. Millet uzaya çıkıyor, biz unutuyoruz. Ya da işimize geliyor.


1999 depremi sonrası da hızla eskiye döndük... Belki de daha hızla...

Ve yine olan oldu. Bakın geldiğimiz nokta aynı değil, daha da beteri.

Evet dönelim elbet. Hemen dönelim normale. Yine beynimiz uyuşsun o dizilerden. O saçma sapan programlardan. Sonra ne olacak? Yine bu değişmeyen ıstırap baş köşeye yerleşecek. Bu sefer başka ocaklar sönecek. Başka yüreklere kor düşecek.

Yazık değil mi bize?

Biz her seferinde neden bu acıyı yaşamak zorundayız?

Bu acı, ıstırap bizim genimize mi işledi? Kodlarımızda mı var? Yaşamak zorunda mıyız?

Hayır bu ülkedeki herkesin göbek adı "Istırap" mı?

Tuhaftır ki, daha öncekilere hiç benzemeyen bir yas havası var doğru.

Kendime soruyorum; "Neden bu kez bu yas havası çok farklı?" diye.

Çünkü "Çaresizlik" artık baş köşede de ondan...

Kendi insanımız da biliyor bir şey değişmeyeceğini.

O yüzdendir ki, boş vermişlik ve tuhaf yas havası. Fakat artık bu acının son olması gerekiyor. Bir şeylerin değişmesi gerekiyor. Bizlerin değişmesi gerekiyor. Zihniyet devrimi gerekiyor. Zihniyetlerimizi değiştirmemiz gerekiyor.

Bu acıları yaşamayı hak etmiyoruz.

Pardon da neden memleketimizi bırakalım

Geçen bir tanıdığım; "Siz çekip gidersiniz. Sizler için kolay, biz gidemeyiz artık bu memlekette yaşamak zorundayız" dedi.

Pardon!!!

Pardon da ben neden gidiyormuşum memleketimden? Neden gidelim yahu!!! Hayırdır!!!

Beni tanıyanlar bilir. Defalarca bu konuyla ilgili yazı yazdım. Bir kez daha yineliyorum. Benim başka bir ülkeye gitmeye hiç niyetim yok. Kimsenin yok. Burası bizim memleketimiz. Bizler hiçbir yere gidemeyiz, gitmeyiz. Burası bizim vatanımız.

Bunu kimse değiştiremez. Ki bence tuhaf zihniyetlerinizden de bunu çıkartın.

Gerekirse her türlü sancılardan çıkar, yine de memleketimizde yeşeririz. Bu bir bir daha iki...

Gidenlere güle güle.. Fakat benim tanıdığım, bildiğim, etrafımda hiç kimse bir yerlere gitmeye niyetli değil, onu da söyleyeyim. Hele ki, Hataylılar... Hele ki Gaziantepliler. Hele ki, Malatyalılar...

Mümkün değil...

Biz memleketimize geri döneriz

Tam da "Gitme" muhabbetleri baş köşede yer alırken, önceki gün haberlerde, denk geldim. Depremde hayatta kalmış fakat yine de Hatay'ı bırakmayıp bekleyen dostlarımıza mikrofon uzatıp, "Siz neden göç etmiyorsunuz. Çoğunluk gitti" diye bir soru yöneltildi.

Onlarda, "Biz Hatayımızı bırakmak istemiyoruz. Sanki biz gidince gelip başkaları burayı işgal edecekmiş gibi geliyor. Burası bizim vatanımız. Gidenler de geri dönecek. Kimse burayı bırakmaz" diyordu.

Depremde kuzenlerini, dostlarını kaybeden tasarımcı Hataylı dostum Batya Kebudi'nin sosyal medyada bir yazısına denk geldim. O da aynısını söylüyordu. Bakın Batya Kebudi ne diyordu:

"Antakya sevginin çok yoğun hissedildiği bir şehirdir. Sadece anne babamızdan değil komşumuzdan, mahalledeki bakkal amcadan, okuldaki öğretmenimizden kısaca herkesten sevgi gördük. Koşulsuz şartsız sevilmeyi gördük. Sahip olduğumuz değerler vicdanlı, ahlaklı ve merhametli olmaktır. Ben 11 yaşımdayken İstanbul’a taşındık. Benim hikayem o yüzden herkesten önce bitti. Ama hayat sürprizlerle doluymuş, hiç bitmemiş, anlatacağım" diyerek güzel Hatay'ı kaleme almış. Ve, "Şimdi ne park kaldı, ne otel, ne eski sokaklar, ne Asi nehri, ne köprü, ne bakkal amca, ne okulum, ne çocukluğum, ne eski evim, ne arkadaşlarım… Hepsi gitti… Yaşar Kemal’in dediği gibi, O iyi insanlar güzel atlara binip çekip gittiler… Gelecekle ilgili endişelerim hep vardı, ama geçmişim ayakta duruyordu, şimdi o yıkıldı. Biz seni yeniden kuracağız. Belki bazı şeyleri geri getiremeyeceğiz ama biz geri geleceğiz. Birleşeceğiz, yeniden Hatay’a hayat vereceğiz. Atatürk'ün de dediği gibi; Hatay benim şahsi meselem. Sesimi duyan var mı?" diyordu.

Evet duyuyoruz Batya...

Evet görüyoruz. Ve evet Hatay, Gaziantep, Malatya, Elazığ.. Şanlıurfa, Adana, Osmaniye, Kilis... Tüm Türkiye bizim şahsi meselemiz. Bizim anavatanımız. Bu ülke bizim. Ebediyen de bizim olacak.

Sadece güçlü olup bizim olmayan eski gerçekliğimize dönmeden. Balık hafıza olmadan... Farklı bir yol çizerek yeniden inşaa edeceğiz memleketlerimizi. Ve sahip çıkacağız.

Bırakıp gitmek yok.

Bu zihniyette olan varsa güle güle...

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR